Bir eksik… Bir fazla…
Dolabımı açtım ve uzun uzun inceledim içindekileri. Her birini ne zaman ve neden aldığımı düşündüm. Yakası beyaz incili siyah elbiseyi kardeşimin nikâhı için almıştım, çok yakışmıştı üzerime; ona uygun ayakkabılarım ve siyah saten çantam da tamamlamıştı görünümümü. Uçuk pembe elbiseyi, uçuş uçuş etekleri havalanırken giydiğim sahilde tatlı anılar bıraktı bana. Yeşil gömlek ve ona uyan pantolonum. Sezon sonu indirimini yakaladığım için kendimi çok şanslı hissettiğim kışlık kaşe mantom, baharlık montum. Botlarım, ayakkabılarım, yazlık sandaletlerim, onlarca terlik ve her biri ayrı indirim günlerinden yadigâr çantalarım. Elim dolabın kapağında bakıyorum askılar dolusu eşyalarıma, aldığım gün bana verdikleri kucak dolusu mutluluktan eser yok şimdi. Eski ya da yıpranmış değiller hatta içlerinden çoğu bir veya en fazla iki kez giyilmiş bile olabilir. Bekleye bekleye eskiyip, ikinci el satış sitelerinden birine gitmeyi bekleyenlerin sayısı da az değil. Ne de olsa yeni sezonun, yeni modelleri görünmeye başladı bile reklam aralarında. Yeni alacaklarıma yer açmam lazım hâlihazırda, renkler yenileniyor, modeller değişiyor ve benim de içimde kıpırtılar başlıyor, aklım tatlı tatlı çeliniyor.
Peki, ama ne oldu da şimdi elim hala dolabın kapağında, içimde kocaman bir ağırlık, boğazımda bir yumru, gözlerimden taşmaya hazır yaşlarla bir dolap dolusu giydiğim, giymediğim kıyafetlere bakıp “Ben ne yaptım” diyorum. “Ben ne yaptım!” Oysaki birkaç saat öncesine kadar ne kadar da huzurluydum. Ne derdim vardı ne tasam, sadece yürüyordum; evime çok yakın bir durakta indiğim otobüsten beni birkaç dakika sonra yuvamın ılık sıcağına ulaştıracak yolu hızlı hızlı adımlıyordum. Acı soğuk, beraberine kattığı ince kar tanelerini sert sert yüzüme vururken; dondurucu ayaza bir kaç dakikalık tahammül ne kadar zor olabilirdi ki?
Oysaki tek eli annesinin elinde, diğeri soğuktan korunmak istercesine cebinde, küçük adımlarını annesine uydurmaya çalışırcasına hızla atmaya çalışan küçük kızı görmeseydim; küçük kızın üzerindeki rengi solmuş, bedeni en az kendisine iki yaş küçük ince montuna sarılışını izlemeseydim. Şapkasız başından dökülen saçlarını ıslatmaya yüz tutan kar tanelerini kovalayamayışının çaresizliğini sezmeseydim, kim bilir şimdi bir elim dolabın kapağında “ben ne yaptım” demeyecektim. Yanımdan hızla geçip giderken bana göz ucuyla bakan annenin, üşüyen bedenini soğuktan kaçırmak istercesine hızına hız kattığı, küçük yavrusunun küçük adımlarını zorladığı anları görmezden gelip geçip gitseydim, şimdi gözüm dolabımda, gözlerimden süzülen yaşlar yanaklarımda “ben ne yaptım” demeyecektim.
Dolabın kapağını kapattım, uzun uzun düşündüm, küçük bir çocuğun soğuktan üşüyen bedenine sıcaklık olamayışımı, bir annenin çaresizliğine derman katamayışımı ve yapmadıklarımı düşündüm. Bir fazlasını daha almak yerine bir fazlasını veremeyişimi düşündüm. Umut olmak, çare olmak, verebilen olmak bu kadar değerli ve gerekliyken gözlerimi kapadığım diğer hayatlara yüzümü çevirmem gerektiğini düşündüm. Yan yana yürüdüğümüz yollarda, onların eksiklerini bizim fazlalarımız tamamlayacak aslında. O yüzden bir fazlasını daha alıp katmak yerine dolabımdaki yığınlara, bir eksiği tamamlayan olmam lazım benim de.
İncir Çekirdeği Derneği
Dilek Temur